Ana içeriğe atla

Beşiktaş...Fernandes...Futbol...Eduuohaaa :)

Dün akşam formamı giydim ve Beşiktaş - Stoke City maçını izlemek için TV'nin karşısına geçtim. Taraftarların konfeti şov işaretiyle, Güntekin Onay ve Metin Tekin ikilisi eşliğine başladı maçımız. Stoke City'e içerlemiştim zaten geçen maçtan. Ortaya koydukları şey kesinlikle futbol değildi ve biz o maçta iyi oynayan taraf olmamıza rağmen yenilmiştik. Çok istiyordum bu maçı alalım, Beşiktaş ama önce futbol kazansın. Biliyordum çünkü sonuç ne olursa olsun bu maçta da Beşiktaş iyi oynayan taraf olacaktı.

Maç da öyle başladı zaten. Beşiktaş belki oyun olarak çok kaliteli olmasa da baskın olan ve topu ayağında tutan taraftı. Golün gelmesi içten bile değildi. Geldi de zaten. Geldi ama onlar attı. Hatta onlara attırdık. Kötü futbol oynayan takımlar şansa oynuyorlar, "ya tutarsa" diye. Biz de tutturduk. Önce adam kaçırdık arkasından Egemen'e çarptı top ve ağlara giderken Rüştü topa bakakaldı. İçimden "yine mi, yine mi" dedim. Çünkü şanssız bir takımız biz. Çektiğimiz kuradan belliydi. İki maç son dakikalarda yenilmemizden belliydi. Eğer oyunumuzun hakkı olsaydı şimdiye grubu birinci bitireceğimiz garantilenmişti. Neyse...

Maç 1-0 İngilizler lehine devam ediyordu. Taraftar elinden geldiğince takımı destekliyordu. Onların da benimle aynı tedirginliği yaşadığını biliyorum. Takım bile bir süre afalladı ve neredeyse ikinciyi yiyorduk. Derken üstad sazı eline aldı...
SEN BAŞKASIN...


Manuel Fernandes,  bu takıma kiralık gelirken 8 milyon € lardan bahsediliyordu. Sonra biz naptık ne ettik bilmiyorum ama adamı 2 milyon € ya bağladık. Yetenekli olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktu, istikrarsızlığı konusunda da. Gece hayatına düştü, Guti ile takıldı. Carvalhal onu takımdan kesti. 3 hafta kadroya bile giremedi. Elimizde çok yetenekli bir adam vardı ama "O istemedikçe" bu yeteneği kullanamıyorduk. Dün "istedi". Oynadığı harika oyundan zevk aldığı o kadar belliydi ki, bu zevk ona ekstra enerji olmuştu. Fernandes'in oyundan düşmediği ilk 90 dakikaydı sanırım. Hiç yorgunluk belirtisi yoktu. Şef gibiydi. İçinden bir ruh havalanmış, sahayı kuş bakışı tarıyor, O da ona göre oyunu yönlendiriyordu sanki. Tabi bunda Stoke City'nin oyun anlayışı da etkiliydi. Defansı sadece kapanmak olarak algılayan bir oyun anlayışı, teknik olmayan oyuncuları ile, tam kale önünde olmasa da biraz geride Fernandes'e çok geniş alanlar bıraktılar. 

Ernst, Veli, Necip de coşunca takım tekrar toparlanmaya başladı. Gol atamama hastalığına yakalanan Almeida, ikinci yarının başında gol atmaktan daha iyisini yaptı. Penaltı yaptırdı ve bir adam attırdı. Tabi bu pozisyonu doğuran Fernandes'in de emeği çok büyük ama koşusu da iyidi yani Almeida'nın. 

Burada bir parantez açıp (bayılıyorum bu kalıba, ayrıca hayır sözkonusu parantez bu değil :) ) futbolun ilginçliğinden bahsetmem gerek. Bu maç başında bizim Avrupa'da yolumuza devam edebilmemiz için en kötü berabere kalmamız gerekiyordu. Eğer yenilirsek, Dinamo Kiev - Maccabi Tel Aviv maçının skoruna göre kaderimiz belli olacaktı. Dinamo Kiev'in 4 ve fazlası farklı galibiyetinde elenme tehlikemiz oluyordu. Durum, bizim maçımızdaki penaltıdan bir kaç dakika öncesine kadar bizim 1-0 mağlup, Kiev'in de 2-0 galip şekliyle devam ediyordu. İşte tam o noktada futbol tanrıları işin içine girdi. Artık ne yaptılar bilmiyorum ama birden kiev 10 kişi kalmış, Maccabi 2-1 yapmış, biz Fernandes'in penaltı golüyle beraberliği yakalamıştık. 

Sonra bizim tribün çoştu, oyuncular çoştu. Oyuna ikinci devre giren Pektemek çoştu ve güzel bir golle 2-1 öne geçtik. Bu esnada Kiev 9 kişi kaldı. Maccabi 2-2 yapmıştı. Futbol tanrısı yardıma devam ediyordu ama bence en önemli yardım henüz gelmemişti. Tanrıdan bahsediyorsak ortada daha da büyük bir mucize olmalıydı.

EDUUUOOHAAA


İşte o mucizeyi bizim çakma Jim Carrey'miz, biricik yedeğimiz, tosunumuz (bu maç verdiği kilolarla dikkati çekti gerçi ama) Edu yaptı. Geldiği günden beri eleştirilen, oyuna girerken bile millette alayci bir gülümseme oluşturan Edu, ceza sahasının çizgisinden biraz içerde, çaprazdan öyle bir çaktı ki, o top, ağlardan çıktı, Edu'ya laf eden herkesin ağzına tak tak tak çaktı santrada durdu :) Oha demiş, bağırmışım evin içinde. Sonra gökyüzüne baktım, ay çok güzeldi..:)

Beşiktaş'ım 3-1 yenerek tarihinde ilk kez grubundan lider olarak çıktı. Bu güzel gecenin sonunda aklımda fernandes, gönlümde edu, gözümde Carvalhal'in 3. gol sevinci ile uyuyakaldım :) (Mutluluk fazla uyutuyor olabilir mi, sabah uyanmam gereken zamandan 45 dakika geç uyandım :/ )


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu