Ana içeriğe atla

Twenties Girl (Yirmiler Kızı)


Hiç tanımadığım bir kadından hediye gelmişti bu kitap bana. Abimin bir arkadaşı, "kardeşin bu kitabı mutlaka okumalı" diyerek göndermişti abim aracılığı ile bana :) Gerçekten bu kitabı mutlaka okumalıymışım, iyi ki de okudum. Dün finali yaparken gözlerimde iki damla yaş, yüzümde ilginç bir tebessüm vardı. :)

Hani burada anlattığım filmler için kullandığım "pozitif dram" tabiri var ya, işte bu tabir bu kitap için de geçerli. Çok sevdim, çok sürüklendim ve çok etkilendim bu kitaptan. Genelde "çok satan kitaplar" a karşı bir önyargım vardır. Hani öyle "çok da güzel çıkmaz o kitaplar, millet moda oldu diye okuyordur" gibi saçma sapan bir önyargı bu. Neden böyle düşünüyorsam? Millet almış, okumuş, sevmiş işte.

Sophie Kinsella' nın kaleminden çıkan bu kitap da bir "çok satan". Basım yılı olan 2009' dan itibaren ülkesinin sınırlarını aşmış. Ama kitap elime geçtiğinde benim bundan haberim yoktu. Sonra kitapçılarda, raflarda sıra sıra görünce farkettim. Neyse, bu güzelim kitaptan bahsedeyim size biraz.

Lara, sevgilisinden ayrılmış, işleri yolunda gitmeyen, yirmili yaşların ortasında bir kadındır. Kısmi bir bunalımın eşiğindeyken, hiç tanımadığı teyzesinin cenazesine katılmaya zorunlu bırakılır ailesi tarafından. 105 yaşında ölen bu yabancı kadının cenazesi Lara için çekilmez bir angaryadır. Tam da buraya kadar kitaptan, biraz günümüzün romantik-komedi tarzı bir şeyler bekliyorsunuz. Ama konu burada derinleşiyor ve farklılaşıyor. Çünkü teyzesinin ruhu Lara' ya musallat oluyor.

Sadie, her an çarliston yapabilecek neşede, kafasındaki tüyü, şıkır şıkır aksesuarları ile 1920' li yılların modasına uygun giyinmiş biraz "sürtük" bir ruhtur. Hayat felsefesi de, "işler kötüye gittiğinde tek yapman gereken başını dik tutmak, kocaman bir gülüş çakmak, kendine bir kokteyl hazırlayıp, yoluna devam etmek...Yallah" tır.

Lara ile Sadie birbirlerine hem zaman olarak hem de karakter olarak o kadar terstirler ki Lara' nın Sadie ile başa çıkması çok zor olacaktır. Üstelik gördüğü ruhun gerçek mi yoksa bunalımın verdiği bir halisülasyon mu olduğu sorusu da beynini kemirmektedir.

Tabi ki de her ruh gibi Sadie' nin de musallat olması için bir sebebi vardır. Sadie, Lara' dan cenazesi yapılmadan önce çok değer verdiği yusufçuklu kolyesini bulmasını ister. O olmadan gömülmek istemiyordur. Lara, önce bir sebeple cenazeyi iptal ettirmeyi başaracak, sonra kolyenin peşinde maceradan maceraya atlayacak, hem kendisini, hem de teyzesini tanıma fırsatı bulacaktır.

Ben kitabı bir filmi izliyormuş gibi okudum (birçok kitapta yaptığım gibi). Sahneleri gözümde canlandırdım, yüzleri, mimikleri. O kadar tatlı bir filmi olur ki bu hikayenin ve iddia ediyorum yapabilirlerse "Klasik" olacaktır. Ama umarım yüzeysel bir romantik - komedi ile geçiştirilmez çünkü öykü aslında çok derin temalar işliyor.

Lara' nın kişisel gelişimi ve kendini anlama dönemi bence en klişe olan tarafı. Bir kere Sadie' nin 105 yaşındaki hali ve yirmili yaşlarındaki hali çakıştıkça, hayatın gerçekleri yüzünüze tokat gibi çarpıyor. Bir ruhun istediği şeyleri yapamaması içinizi acıtıyor. Sokakta yürüyen herhangi birinin çok derin bir öyküsü olduğunu ve herkesin kendi öyküsünün kahramanı olduğu farkındalığını bir kere daha yaşıyorsunuz. Kimse normal değil ve herkes aslında çok normal. Dönem olarak da 1920' ler ve 2000' ler sürekli karşılaştırılıyor. Müzikler, ilişkiler, kadınlar, moda, yaşam tarzları. Bu durum, kitaba ve öyküye çok güzel detaylar kazandırıyor.

Eğer bir filmi çekilirse iddia ediyorum ki en az dört sahnede gözleriniz dolacak. Çünkü ben kitabı okurken bu kısımlarda yutkundum ve sonunda zaten gözlerim yaşardı.

Lara' nın huzurevine CD getirdiği sahne, Sadie ile Lara' nın bankta oturduğu sahne ve devamı, Lara' nın tabloya baktığı sahne ve final cenaze sahnesi. Merak edin emi, merak edin de alın bu öyküyü okuyun :) Sırf öykü İngiltere' de geçiyor diye, dün Arsenal - Milan maçında Arsenal taraftarıydım :) (Belki biraz da Arsenal' in işi zor olduğu için. Mucizelere inanmayı tercih etmek gibi kötü bir huyum var).

Kitabın kapağındaki sloganı ise en sona sakladım...

"Siz hiç caz çağında kiremit aktardınız mı? hi-ho-ha"




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu