Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hayatın Renkleri #10 - Ofis

Farkettim ki, bir şeye odaklanırsanız, diğer birçok şey önemini, rengini yitiriyor. O şeyin rengi neyse sizin renginiz de o olabiliyor. Bazen çabuk geçiyor etkisi, diğer renklerin farkına varıyorsunuz. Bazen de o renk gitse bile diğerleri geri gelmiyor. Herşey artık size siyah-beyaz geliyor. Böyle küskün olmamak lazım, böyle bir lüksümüz yok. Hayat geçip gidiyor. Her dakika sana bir renk çarpıyor ve sen görmüyorsun. Bunu kendine yapmaya hakkın yok. Gerçi şans da çok önemli tabi. Bir arkadaşım, "İstediklerinin olması için, çok çok şanslı olman lazım" demişti. Evet biliyorum, çoğu noktada "insan şansını kendi yaratır" gerçeğini inkar ediyorum (Ben bu kadar uğraşıyorsam neden buna "şans" deniyor ki gibi enteresan düşüncelerim var). Etmemem lazım. Biri beni uyandırsa iyi olur, peri tozu yok, sihir yok...:) Yine de bir zar atayım ve "6" gelsin istiyorum. Bunun dengesini kurmam lazım, her an mücadeleye hazır, gerçekçi,  bir o ka

Sesimi duyan var mı?

17 Ağustos 1999' u kim unutabilmiş ki, ben unutayım. O sabah ailece Erzurum ' a gidecektik. Babaannem çok hastaydı ve hepimiz dışımızdan söyleyemesek de onu son kez görmeye gittiğimizi biliyorduk. Zaten gün bizim için karanlıktı. Üstelik gece elektrik kesilmiş ve uzun süre gelmemişti. Ne olduğunu anlamamıştık. Sonra sabahın erken saatlerinde pilli bir radyodan bir deprem haberi aldık. "40 ölü" diyordu radyodaki ses ve ben içimden "offf ne kadar çok kişi ölmüş" demiştim. Bir hafta sonra bu rakamın 30 bin olacağını nerden bilebilirdim ki. Yaklaşık 20 saatlik otobüs yolculuğu boyunca herkes radyoya kulak kesilmişti. Kurtarılan canlarla mutlu olup, ölü sayısı güncellendikçe mutluluğumuzu yolda bırakıyorduk. Saniye başına geçtiğimiz yol çizgisi kadar hızlı bir şekilde artıyordu ölü sayısı. Durduramadık... Yol bitti, kötü haber bitmedi. Yine de ufacık bir çocuğun kurtuluş haberi ferahlatıyordu yüreğimizi. Gözlerimiz doluydu ama gözyaşının niteliği ge

Pis tırtıl, hain tırtıl...

Çocukluğumuzun tekerlemesiydi, "Pis tırtıl, hain tırtıl, yeme dedim yaprakları kıtır kıtır". İşte tekerlemenin kahramanı tırtılı yakaladım geçen gün. Hem de suçüstü. Aslında soruşturmam çok öncelerden başlamıştı. Güzelim gül ağacının yapraklarındaki delikleri görünce zanlıyı yakalamak için seferberlik ilan ettim. Yağmur çamur demeden söz konusu ağacı takibe aldım. Ve sonunda onu buldum. Öylece yaprağın üzerinde duruyordu. Tabi bu onu suçlu yapmayacağı için sakince bir sonraki hamlesini bekledim. Suçüstündeyken görüntülemem çok önemliydi. Bir başka gün daha hareketliydi ama yine de net delil değildi. Bekledim....bekledim... Yapraklara verdiği zarar çok büyüktü. Ama bir türlü ona engel olamıyordum. Üstelik yüzünü de net çekememiştim :/ Umutsuzluk, öfkeye karışmıştı, pes etmek üzereydim. Derken, ansızın onu yakalamayı başardım. Ha ha haaayyt naberrrrr :) Kaçarmı benden beeeee...Bittin sen tırtıl. Yatacak yerin yok artık... :) ıhım ıhım. Evet gördüğü

Nehir ve vadi...

Bu hafta sonu bana çok güzel bir renk eşlik etti. 1.5 yaşında yeğenim...Nehir. O küçücük bedenin sabahtan akşama kadar hareket etme, öğrenme, oynama enerjisine hayran olmamak elde değil. Yakşalık 50 cm boyunda bir bıcırık, evimin altını üstüne getirdi. Haa ben şikayetçi miyim?  Kesinlikle hayır. Çok eğlendim.  Çocukların dünyayı dengelediğini düşünüyorum. Bunca, çirkin, kötü, fesat, çıkarcı bir dünyanın içinde, temiz, saf kalpler geliyor dünyaya ve dünya bir şekilde dengeleniyor her gün. Karşınızdakinin saflığı size bulaşıyor, bir anda arınıyorsunuz tüm sıkıntılardan. Son iki gün ben bunu yaşadım :) O' nu, evimizin yakınındaki  Dikmen Vadisi' ne, götürdük. Hani Ankaralılar bilir, pazar akşam üzeri yağan o güzel yağmur var ya, işte biz tam o saatlerde, vadide yağmur altında yürüyorduk. Nehir, ağzını açarak gökyüzünden su içmeye çalıştı :) Suyu bu kadar çok seven bir çocuk görmedim. Her çeşmenin, her havuzun başında saatlerce durabilir, öylece bakabilir.