Ana içeriğe atla

33 Varyasyon....


Cuma akşamı, sezonun ilk oyununu izlemek üzere tiyatroya gittik. 33 Varyasyon...Oyunun açıklamasında aynen şu yazıyor ;

"Büyük bir sanatçı, fırtınalı yaşamıyla resimlere, filmlere konu olmuş büyük bir müzisyen: Ludwig van Beethoven. Ve Beethoven’ın dillere destan bir eseriyle, 33 Varyasyon’la ilgilen bir müzikolog, bir akademisyen: Dr. Katherine Brandt. Katherine’i New York’tan kalkıp Beethoven’ın doğduğu yere, Bonn’a getiren ne olabilir? "

Kadrosu ise şöyle:

Yazan : MOİSÉS KAUFMAN
Çeviren : EKİN TUNÇAY TURAN
Yöneten : İSKENDER ALTIN
Dekor-Giysi Tasarımı : ALİ CEM KÖROĞLU
Işık Tasarımı : OSMAN UZGÖREN
Dramaturg : SERVET AYBAR
Dans Düzeni : DENİZ KILIÇLI
Asistan : HATİCE ALTAN GENÇLER
Sahne Amiri : RECEP ÖZBEK
Kondüvit : EVREN TUNCER
Suflöz : FİLİZ YILMAZ

Oyuncular

ERDAL KÜÇÜKKÖMÜRCÜ
İPEK ÇEKEN
MELTEM BAYTOK
MEHMET AKAY
ULAŞ ERSOY
EDA AYDINLI
TUNÇ YILDIRIM
ELİF CANDAŞ




Şimdi oyun hakkındaki düşüncelerime gelince,

Şimdi efenimmmm...üniversitese tiyatro ekibinde olduğumdan mütevellit efendim ışık ve dekor....şaka şaka. Yani evet üniversitede çok amatörce ilgilenmiştim ama yapacağım yorumların hepsi izleyici seviyesinde olacak.

Öncelikle, oyunculuklar eşit dağılıyor. Şöyle ki, İpek Çeken ve Erdal Küçükkömürcü muazzam iş çıkarıyorlar. Özellile ipek Çeken şahane. Sırf bu performans için bile gidip izlenebilir. Ancak diğer roller özellikle günümüzün anlatıldığı kısımdaki yan roller biraz zayıftı.

Oyun iki zamanı paralel şekilde işliyor: Dr. Brandt' ın 33 varyasyonu araştırmak üzere Bonn' a geldiği günümüz ve Beethoven' ın bu eseri yarattığı 1800'lü yıllar. Bu nokta çok zevkli, çünkü iki zaman arası diyaloglar ile birbirlerine sürekli atıflarda bulunuyor karakterler. O nedenle geçişler sırıtmıyor.

İlginç bir sahneleme ve ışık oyunları kullanılmış. Bu da böylesi zaman geçişleri olan bir oyunda dekor hazırlama süresini kolaylaştırmış. Biraz da farklı bir şey sunuluyor tabi izleyiciye. Özellikle çoğu yerde dekor, ışık sayesinde oluşturulmuş.  Farklı bir tadı var. Değişik gelebilir, çok da sevilebilir.

Yine de dekor tercihinin dezavantajları var. Bu şekilde bir sahneleme yaparak sahne derinliği kaybedilmiş. Özellikle kenarda oturan kişilerin oyuna girmesi çok zor çünkü oluşturulan platformun arkası görünüyor neredeyse. Yine bu bölmelerden kaynaklanan sahne geçişlerinde dekor taşıma sesleri çokça duyuluyor. Çok büyük bir emek olduğunu inkar etmiyorum, sonuçta koskoca piyanoyu oyun boyunca bir oraya bir buraya taşıyıp durdular ancak oyundan ziyade daha çok bir prova izleniyormuş hissi yok değil. Ben yine de oyunu çok çok beğendim, çünkü hem oyun, hem oyunculuk, hem de verilmek istenen çok çok güzel.

Oyunun son kısmında verilen hayat dersi ise şahane. "Tek bir notanın, tek bir saniyenin bile kıymetini bilin" diyor oyun...

Özetle işlenişin farklı olmasından kaynaklanan dezavantajları var ama bu kesinlikle oyunculukları gölgelemiyor.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu