Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sabah sabah...

Trafik tabelalarına taktım...   Tamam bazı kararlar aldık ve bir yön belirledik... Ama bu, sabah sabah patronun gazına geleceğimizi göstermez değil mi. Orada duracaksın arkadaş. Bu gerilimi üzerimizden atmak için de bol bol Demet Akalın' dan Türkan' ı dinledik :))) O Türkan yok mu O Türkan..yine öptürmedi dudaktan :)

Yarım Kalan İşler...

Genel bir tablodur. Uzun kış geceleri, hava soğuk, dışarıda bir planınız yok, eve tıkıldınız, tv karşısında zaman öldürüyorsunuz. Ben de yapıyorum bunu. Ama aynı zamanda elim boş durmuyor. Kış olunca kenarda köşede kalan yarım işleri tamamlamak için bolca zaman buluyorum. Nitekim elimde şu an iki iş var. Bunları bitirmeden yenisine başlamak yok... Öncelikli işim bu minik kızı bitirmek. Zira geçen yıl hediye niyeti ile başlamıştım. Çok ayıp bana çok ayıppppp !!!!!!!

Hey Gidi Günler...

Bu Cumartesi, İstanbul' dan gelen bir arkadaşıma evsahipliği yaptım. Sınav için gelmişti, "sınavın nerede?" diye sorunca, "Ankara Üniversitesi Fen-Mühendislik Fakültesi" cevabını aldım ve içimden "vaaayyyy be" dedim. Benim kampüsümdü bu. Hayatımın en renkli günlerini geçirdiğim topraklardı. O kadar uzun süre gitmemiştim ki oraya, evren vefasızlığımın cezasını verdi diye düşündüm. Sabah erken saatte kampüse gittik. Tıpkı ders günleri gibi... Duygulandım...Soğuğu, bahçesi, taş binaları ve havuzu ile orada sapasağlam duruyordu. Ben geçmiştim onun yolundan, yenilerine anı biriktirmekle meşguldu. Hem çok tanıdık, hem çok yabancı geldi...Hem çok yaşlanmışım...hem de anılarım daha dün gibi. Ankara'daki en güzel kampüstü bence Tandoğan Kampüsü . Ve ben çok şanslıydım ki onunla tanıştım. Bu havuzdaki nilüferi öpmüşlüğüm var. Gerçekten öpmekten bahsediyorum. Şimdi mevsimi olmadığı için maalesef görünmüyor ama burada harika nilüferler ye

Mandalina Ailesi.. :)

Her şey, üç farklı boyutta mandalinanın bulunduğu tabağı almamla başladı... Sonra arkadaşım "aile gibiler" dedi ve....  - Oğlum senin şapkan nerede? - Burada Anneciğim...  - Haydi ayakkabılarımızı giyip gezmeye gidelim... -Çok yorulduk bugün...

Klon...

Benim meşhur bir lafım vardır; "Kötü kitap yoktur, uygun psikoloji vardır" diye. Geçtiğimiz süreç içerisinde canım öyle ağır ve edebi kitaplar okumak istemiyordu. Sadece bilim-kurgu, gerilim, polisiye gibi şeyler okumak istiyordum. Tam bu anda abimin rafında duran bu kitabı gördüm. Klon... Tam da aradığım kitapmış. Oldukça ilginç bir konusu var Klon' un; Yakın gelecekte, klonlama tekniği ile bebek yapılan bir dönemdeyiz. Aileler, ölmüş bireylerin DNA' sını bağışlıyor. Çocuk sahibi olmak isteyen çiftler de böyle merkezlere giderek çocuk sahibi oluyorlar. Maceramızın kahramanı Klonlama Uzmanı Dr. Davis Moore .  Moore' un 17 yaşındaki kızı tecavüze uğrayıp öldürülüyor. Moore da kızının bedeninden çıkan sperm örneklerini, sıradaki ilk çifte uygun görüyor ve kızının katilini klonluyor. Mutlu çiftimiz her şeyden habersiz  Justin ' i doğurup büyütürken, Dr. Moore uzaktan, kızının katilinin büyümesini izliyor. Kitap bu ana konunun etrafında g

Bir Fotoğraf Hikayesi: Çocuk Olmak

Fotoğraf çekme merakım hortladığından beri elimden cep telefonu düşmüyordu. Olduk olmadık her yerde durup bir iki şey çekmeye başlamıştım. Sonra, "madem bu kadar ilgiliyim, bunu bir üst seviyeye taşıyayım" dedim ve tam bir sivri zekalılık örneği göstererek makina almadan kursa başladım. Günler haftaları kovalamış, bir aylık kursum çabucacık bitivermişti  ve benim hala makinam yoktu. Eee haliyle kafamda deli sorular, bir sürü teorik bilgi ile havada çarpışıyordu. Derken bir arkadaşım "ben sana bir makina buldum haydi çekime gidelim" dedi. İşte böyle başlamıştı   Ulus' taki fotoğraf çekme maceram... O günden sonra kafama kazıdığım bir şey var ki; pratiğini yapmadığın sürece teorinin hiç bir anlamı yok. Zira ilk çekim günümde resmen çuvalladım. 200'e yakın fotoğraf çektim ve belki bunların sadece 50 tanesi işe yarar çıktı. Ya enstantaneyi ayarlayamamıştım, ya kadrajı ya da ışığı. Bazen de odaklanmak istediğime odaklanamamıştım falan. Eeee her şey

Resme küçük bak...

"Resme büyük bakmak" diye bir deyim var bilirsiniz. Küçük detaylara takılmadan olayın tamamını görmek anlamında. Hayatın çoğu noktasında bunu uygulamak lazım biliyorum. Ufak şeylere kafayı takmamak, olayın kendisi ile ilgilenmek vs... Ama hayattaki bazı şeyleri kaçırmamak adına zaman zaman "Resme küçük bakmak" da gerekiyor. Daha yakından... İşte o zaman uzaktan bir nokta gibi görünenin aslında ne kadar farklı olduğunu anlayabiliyor insan, ne kadar güzel olduğunu...Sanırım o yüzden fotoğraf çekerken çoğunlukla yaklaşıyorum. Özellikle çiçek fotoğraflarında. Her şey o zaman o kadar farklı görünüyor ki...Etrafımızda olan ve farkına varmadığımız ne kadar çok şey var...

Bir Fincan Kahve Olsam...

Tchibo bunun siyah beyazını yaparsa beni çok mutlu edecek... Bugün fotoğraflarımı düzenlerken bir şeyi farkettim; ne kadar çok fincan, bardak fotoğrafı çekmişim. Bunun için ayrı bir klasör bile açılırmış yani :) Eve ender iş götürdüğüm zamanlar...  İş yerinde en çok kullandığım fincanım...   Kedi objesini sevdiğim tek şey...   İngiltere hediyesi...   Bayıldım bu çay bardağına. Defne Koz tasarımı....   Evde sanatsal saçmalamalarım Vol. 1 Evde sanatsal saçmalamalarım Vol. 2   Strepsils ve bitki çayı gösteriyor ki o zamanlar hastaymışım...(Sherlock Holmes Mode on)   Kırmızının en güzeli...   Abim ile scrabble oynadığımız zaman "fotoğraf çekmeyi bırakıp oynar mısın Özlem"... :) Tatilde yeni keşfettiğimiz bir cafe...    Gönül Kahvesi, işini cidden gönülden yapıyor... İzmir Hatırası... Ve aramıza en son katılan üyemiz...

Yağmur...Kahve...Sinema...

Sabah uzun süre camdan bir ot topluluğuna baktım (ot topluluğu komik oldu farkındayım). Yağmur üzerinde çok güzel damlalar bırakmıştı. "Fotoğrafını çekmeliyim, çeksem mi acaba" diye düşünüp durdum. Sonunda "yok dayanamayacağım" dedim, çıktım dışarı ve çektim. Nerden bilebilirdim ki bu kadar güzel olacağını :) Yağmurlu günlerim belirli klişelerle dolu. Bunlardan ilki yukarıda da gördüğünüz gibi, su damlalı börtü böcek fotoğrafı çekmek. İkincisi de köpüklu sütlü kahvemiz. Ofiste sırf bunun için köpürtücü bile var. Yağmur yağacak, biz de elimizde kahveler dışarıyı izleyec...şey pardon pardon çalışacağız. Son klişemiz ise sinema. Hafta sonu ise evde, hafta içi ise iş çıkışı sinemada, ne güzeldir bu mevsimde film izlemek. Bugün de gitmeye niyetliyiz ama seçim yapamıyoruz.. :S

Hareket halinde...

Son tatilimde fotoğraf çekme manyaklığım yollarda başladı. Gündüz yolculuğu yapıyor olmanın verdiği mutlulukla durmadan fotoğraf çektim durdum (kendi içinde çelişen bir cümle mi oldu bu???). Hareket halindeyken tabi ki çok zor güzel görüntü yakalanıyor ama bir kaç güzel kare yakalamayı başardım. Zaten malzeme de iyi; Toros Dağları ve Konya Ovası :) Çek çekebilirsen. Otobüs güzel manzaralarda duraydı iyidi ama buna da şükür.  Zaten gökyüzü mükemmeldi. Resmen bana kalbini açtı. Fazla nankörlüğe gerek yok.   Teoman' ın yollar diye bir şarkısı vardı sanırım   Gökyüzü bana kalbini açtı :)  Konya ovasının uçsuz bucaksız görüntüsü...   Mola yerindeki ilginç bank da fotoğraflarım arasında yer buldu. Derinliğe bakar mısınız Fabrikalar bir tek bana mı fotojenik geliyor acaba?   Toroslar... Tepedeki ev....