Ana içeriğe atla

Cem Mumcu ve Makber...

 

Daha önce hiç Cem Mumcu okumamıştım. Arkadaşım bu kitabı verdiğinde de içeriği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. O yüzden aylarca beklettim kitabı bir kenarda. Kapağı ve adı  itibari ile biraz karanlık, ağır bir havası vardı. Benim bir inanışım vardır ve bunu bu bloğun bir yerlerine de yazmışımdır kesin. "Kötü kitap yoktur, uygun psikoloji vardır".  Aylar sonra 'artık hazırım ağır bir kitap okumaya' diyerek açtım kitabın kapağını...

İlk bir kaç sayfasını 'iyi ki de bekletmişim, ağırmış cidden, aslında pek de sevimli değil yazdıkları ama gerçekçi ve çok iyi bir dili var, devam edeyim' düşüncesi ile okudum. Meğer okuduğum kısımları çılgınca akan bir nehire giden küçük bir dereymiş. Sonra kitap aldı sürükledi beni. Bu kez akıntıya karşı gelmedim, bıraktım kendimi. İki saat sonra bitirmiştim kitabı. Zaten ince bir kitap ama içerik ve dil olarak kesinlikle çok şey barındırıyor.

Öncelikle Cem Mumcu' nun cümlelerini çok çok beğendim. Bundan sonra kitaplarını görünce es geçmeyeceğim. Makber' e gelince; kitap bir çocuğun doğumu ve büyümesi ile bir aile dramını paralel olarak anlatıyor. Ama öyle böyle bir dram değil bu. Olası tüm psikolojik irdelemeleri yapabileceği çeşitte karakter barındıran bir aile. Ve evet kitabın en çok hoşuma giden tarafı bu oldu; karakterlerin psikolojik irdelemeleri. Klasik bir yazar evi, masayı, ağacı, bir sürü kelime ile betimleyip gözünüzde canlandırabilir. Cem Mumcu bunu insan ruhu için de yapıyor. 


Zaman zaman bazı şeyler canınızı sıkabiliyor, içinizi karartabiliyor. Adeta 'sevimsiz' geliyor gerçeklerin bu denli çıplak anlatılması. Ancak benim fark ettiğim şey bu sevimsizliğin ötesi. Bir müddet sonra kitabın ne söylediğine değil, nasıl söylediğine bakıyorum. Kelimeleri kullanış şekline, bakış açısına ve benzetmelerine. Ne söylediğini anladım ve sevmedim ama söyleme şekline bayıldım. 

Makber için özetle şunu söyleyebilirim; kalınca bir kitap okursunuz da etkilendiğiniz toplasan 100 sayfadır ya, işte yaklaşık 100 sayfalık bu kitap o 100 sayfayı barındırıyor. 

Kitaptan beğendiğim birkaç paragraf ile bu postu sonlandırmak ve en kısa sürede yeni bir Cem Mumcu kitabı okumak istiyorum. 

"...İnsan, insanı değerlendirirken kendi insanlık zafiyetlerinin ne kadar üstüne çıkabilir? Kendini karar verici, yargılayıcı ve cezalandırıcı görmek için ne denli yukarıda ve ne denli tüm gerçekliği kavrayıcı olduğuna şüphe etmeden kendini inandırabilir? Cezalandırıcı, cezalandırırken, cezalandırdığına benzememeyi nasıl başarabilir?..."

"...İktidarın en büyük ihtiyacı 'bir diğeri' dir. Yalnızlık onun en büyük zehiridir. Engelleyebileceği, harekete geçirebileceği, durdurabileceği, değiştirebileceği, dönüştürebileceği, inandırabileceği, vazgeçirebileceği, öldürebileceği, yaşatabileceği bir diğeri kalmayınca iktidar anlamını yitirir. ... İktidara verilebilecek en büyük ceza onu yalnız bırakmaktır..."

"...Gitmeler gitmek, gelmeler gelmek manasına gelmiyordu onun için. Zamanı dem'lendikçe geçmiş ve gelecekle olan mutant bağını koparıyor, akışla bilinmedik bir münasebet kuruyordu. Güç bilmediği için güçsüzlüğe, beklemediği için kayba bağışıktı. Hayat üzerinde hiçbir hak iddia etmedikçe hayat ona tarifsiz genişlikler sunuyordu. Onun hayattan talepsizliği adeta hayatı yumuşatıyor ve ustalık ipliğini eğirmesi için onun küçük ellerine bırakıyordu. O ise tutmuyordu bile ipliği; sanki -belki- biliyor gibiydi tutarsa hayatın geriye çekeceğini..."


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu