Ana içeriğe atla

Top Sakızlar...


Çocukluğum şen şakrak bir mahallede geçti benim. Filmlerden çıkmış karakterlerle dolu bir mahallede. Mesela, gerçekten topumuz vitrinine çarptığı için sinirlenip alan, sonra da uzun süre vermeyen bir bakkalımız vardı. Allahtan topumuzu kesmiyordu. Özünde iyi adamdı. Hem dükkan önündeki beton kaldırımda "beş taş" oynamamıza da izin verirdi. Topumuzu aldığı zamanlar araya aileleri sokardık "çocuktur, bir daha yapmaz" vaadleri havalarda uçuşurdu...Evet çocuktuk ve o yüzden bir daha, bir daha yapıyorduk aynı şeyleri...

Gazoz kapaklarını biriktirdiğimiz yıllardı. Altın sarısı içi ile Kınık kapaklarının karizmatik olduğu dönemler. O zamanlar imkanlar önümüze konulmuyordu. Biz uyduruyorduk, taştan oyunlar, gazoz kapağından koleksiyonlar... Daha bir yaratıcı idik. Hatta hatta o gazoz kapaklarını taşla düzeltip, bir ipe geçirip hızla döndürmek suretiyle kesici alet yapmışlığımız bile vardı.

Popüler abur cuburumuz leblebi tozu idi. İçinden çıkan minik oyuncakları ben pek umursamazdım. Benim için tozdu aslosan. Onun, o damağıma yapışan, uzun süre orada kalan tadını seviyordum. Bisküvi arası lokum da oldukça populerdi. Vee tabii ki Big Babol sakızlar. Bütün kızlar toplanıp, hangimiz en büyük balonu yapacak yarışına girerdik. Bu kadar kolaydı bizim için mutlu olmak...

Mahallemiz öyle güzel bir yerdeydi ki, bir tarafında orman, diğer tarafında nehir vardı. Ormandan mersin toplar yoldan geçen turistlere satmaya çalışırdık. Benim ayrıca özel bir ilgi alanım vardı; Çam ağaçlarından reçine toplamak. Reçineyi biriktirir, tuzla karıştırıp kendimce garip garip karışımlar yapardım. Hiçbir işe yaramazdı annemin kaplarını mahvetmekten başka...

Hemen hemen her bahçede meyve ağaçları vardı. Portakal, elma, özellikle de dut. Neden? Çünkü çıkması en kolay ağaçtı. Sırayla birimiz çıkabildiği kadar yükseğe çıkıp dalları sallardı. Alta serdiğimiz beze dut yağmurları yağardı. Sonra gelsin ziyafet. Ama bilemezdik aslında, dut muydu aslolan? Yoksa onu toplamak mı? Bir de sırf sahibinin huysuzluğundan dolayı bir elma ağacına takmıştık. Onu kızdırmak hoşumuza gidiyordu. O yüzden gizli gizli yapmıyorduk. Bizi görsün diye uğraşırdık. Zarar vermezdi ne de olsa, veremezdi. O kapıyı açana kadar biz üç sokak öteye kaçmış olurduk. Elmaları o kadar da güzel değildi üstelik. 

Ufak şişelere bulaşık deterjanını suyla karıştırıp koyar, anahtar kullanarak baloncuk yapardık. Zordu o şekilde güzel balonlar yapmak. Bırakın arka arakaya baloncuklar yapmayı 10 denemenin birinde güzel bir balon yapabilirsek, mahalle için karizma katsayımız artıyordu...

Bisiklet çetelerimiz vardı. Hemen herkesin bisikleti vardı ve sokak belirli saatlerde bisikletten geçilmiyordu. Yarışıyorduk, nehire kim daha önce varacak diye. Bazen bisikletli saklambaç oynuyorduk ki şimdi düşününce son derece saçma bir oyunmuş :).. Ha bir de itiraf ediyorum çoğunlukla kızlı erkekli takılıyorduk. Nice aşklar, minik kesişmeler, yetişkin biriymiş gibi davranmalar; Ama akabinde düşünce, karizma dağılınca koyverip "anneeee" diye ağlamalardan geçtik. 

Sıcak memleket sonuçta. Gece geç saatlere kadar sokakta oluyorduk. Anneler babalar balkona çıkardıkları televizyonları izliyor, sokakta evlerden gelen seslerin birbirine karıştığı bir uğultu ve her balkonda mavi ışıklı kare ekranlar görünüyordu. Sesimiz ağustos böceklerini bastırıyordu. Ter ve toza bulanmış bir halde, enerjimiz bitmeksizin gülüyorduk bir şeylere. Bazen kızıyor, bazen kavga ediyorduk. Hemen hemen her gün aynı şeyleri büyük bir mutlulukla yapıyorduk. Ta ki anneler balkondan "yeter artık eve gelin" diye bağırana kadar...

Tüm bunlar nereden aklıma geldi peki? Benim suçum yok inanın, hepsi top sakızların suçu. Renkleri için kavga ettiğimiz, o top top üç adet bir pakette satılan sakızlar. Dün işyerimin kantininde gördüm ve tüm anılarım beynime hucüm ettiler... Sadece üç adet top sakız, hala çocukmuşum gibi beni mutlu etmeyi başardılar :)




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu