Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Özlem' in Karaoke ile İmtihanı :)

Şimdiye kadar hiç yapmadığım bir şeyi yaptım dün akşam. Bir arkadaşımın "karaoke yapalım" teklifini ciddiye almamızla başladı her şey ve sonunda kendimizi, elimizde mikrofon sahnede bulduk :) Bahçelievler' deki Brothers' ın alt katında salı ve perşembe günleri karaoke günleri varmış. Karaoke sistemi bana gayet iyi geldi ancak mekan içinde müziğin sesi çok yüksek. Belki de doğal olanı budur. Ama öyle "bir yandan muhabbet edelim, bir yandan da şarkı söyleriz" mekanı değil. Sadece şarkılara ve ritimlere eşlik edebileceğiniz bir mekan. Oldukça kalabalıktı ve her defasında bir masadan bir şarkı alınıyordu. Biz de kalabalık bir grup olarak gittiğimiz için tek söylemek yerine grup şeklinde çıktık sahneye. Barış Manço' nun "Sarı Çizmeli Mehmet Ağa" 'sını söyledik (Kefenin cebi yok diyerek gündemimize de göndermeler yaptık :) ) .  Herkesin ilk karaoke deneyimi olduğu için grup şeklinde çıkmak bir nevi sahne korkumuzu aldı. Zaten ortam

Ellerim Acısada... :)

Geçen yıl bir sürü kağıt ip alarak adeta kış için cephane stoklamıştım. Burada da bahsetmiştim. Uzun zaman önce de başlamıştım amerikan servislerimi örmeye. Ancak araya bir sürü iş girdi. Bu vakte kadar pek ilerleyememiştim. Geçen haftalarda hız verdim bu işe ve bu hafta sonu 4. süne başladım bile. Toplamda altı adet olacak. hepsi farklı renklerde, pembe, kırmızı, yeşil, mavi, mürdüm, gri renklerinin pastel tonları. Ancak şöyle bir gerçek var ki, kağıt ip sert olduğu için örerken biraz elleriniz yıpranıyor. Benimkiler acıyor şu aralar ama öyle işi gücü bırakacak kadar değil tabii. Bir nevi tatlı bir bedel... Hayalimdeki masa, böyle rengarenk amerikan servisli, renkli tabakların ve bardakların olduğu eğlenceli bir masa. Ve tabii o masayı şenlendirecek güzel arkadaşlar... 

Üç Kız Kardeş

Dün akşam Üç Kız Kardeş' i izledik. Daha önce  Çehov oyunu izlememiştim. Kitaplarını da okumadım henüz. O nedenle alışık olmadığım bir dildi. Biraz ağır olduğunu söyleyebilirim oyunun. Karakterler farklıydı. Öyküyü bilsem, belki kitabını okusam çok daha kolay olacaktı her şey. Hiç anlaşılmıyor değil. Aslına bakarsanız anlamadığım bir nokta olmadı. Ama sanırım hakkını vermem için öyküyü tanımam gerekiyordu. Yine de zengin kadrosu ve güzel dekor oyunları ile gözünüzün her daim sahnede olduğu bir oyun. Özellikle dekorda yaptıkları arka sokak teması ve son kısımdaki sonbahar havasına bayıldım.  Ancak belki de düne özel bir düşüklük vardı bilemiyorum. Oyuncuların çok büyük oyuncular olduğu su götürmez. Tiyatro kültürüm çok derin olmamasına rağmen yüzlerini tanıyorum hepsinin. Ancak dün özellikle ikinci yarıda bir kopukluk vardı. Sürekli hata yapıldı. Bir iki oyuncu ilk yarıya göre daha kopuktu. Üstüne selamlamalardaki tavırları kafada soru işareti bıraktı. Oyun bitti biz

Gerçek Dediğin Nedir ki?

Hafta sonum kendi adıma hayli verimli geçti. Cumartesi yağmurlu bir Ankara'ya yakışanı yaptık ve sinemaya gittik :) Son zamanlarda Joaquin Phoenix 'ın performansı nedeniyle çok konuşulan ve benim çok merak ettiğim "Her" filmini izledik. "Adam bilgisayarla aşk yaşıyor yahu" yüzeyselliğini bir kenara bırakırsak; İnsan için önemli olan ne? Mutluluğun şartı ne? Anormal olan yanlış mıdır? Gerçek olan ne? gibi soruları kendinize sormanıza sebep olan bir film Her. Çok beğendim. Özellikle görüntüleri ve başrol oyuncusunun giyim tarzını :)  Pazar gününü ise evimle ilgilenerek geçirdim. Ne zamandır aklımda olan bir kaç işi bitirdim. Mesela çiçeklerimin saksılarını değiştirdim, bazılarının topraklarını yeniledim. Tarihi geçmiş sümbül bile ektim... :) (Evinizde denemeyin...). Sonra mutfağa girdim. Yine uzun zamandır sayıkladığım vişneli kekimi yaptım. Yanına mücver ve körili tavuğu da ekledim. Saatlerce mutfakta uğraşmak acayip iyi geldi. Bu arada a

Hakan Bıçakcı Kafası...

Geçtiğimiz haftalarda iki tane Hakan Bıçakcı kitabını üstüste okudum. Boş Zaman ve Rüya Günlüğü. Haliyle biraz ağır geldi bünyeme. Üstelik kafamı da karıştırdı.  İlk kitap yani Boş Zaman, bir kaza sonucu hafızasını yitirmiş bir adamın hikayesini anlatıyordu bize. Karısını, çocuğunu tanımayan, eşyalarını, evini bilmeyen yine de yaşama tutunmaya çalışan bu adamın hikayesini onun gözünden yaşadık.  İçinde inanılmaz cümleler barındıran güzel bir kitaptı. Daha ilk sayfalarını okurken farklı olduğunu anlıyorsunuz. Bu benim ilk Hakan Bıçakcı deneyimimdi. Ve gerçekten çok hoşuma gitmişti.... . .."Harun, bu akşam anne ve babalarımız, oğlumuz Can, kardeşim Esra ve eşi Ayhan, senin iyileşmeni kutlamak için yemeğe gelecekler". Erimekte olan bir kalıp buzdan ayrılan soğuk damlalar gibi zihnime düşen bu adlar, yalnızca benden, Gülden'den ve doktordan oluştuğunu hissettiğim evreni ufak ufak delerek zedeliyordu... ...Tam çıkıyordum ki gözüm masanın üzerinde duran

Az Da Olsa...

Bu sene gerçekten kurak geçiyor. Çok az yağış oldu. O nedenle artık "üf ne iç sıkıcı hava" triplerinden vazgeçtim yağmurun yağmasını bekliyorum. Yağmurlu bir güne uyanınca seviniyorum. Pazar sabahı çok az da olsa yağmıştı ve mutluydum. Bugün de yağmurlu bir havaya uyandım. Normal şartlar altında Pazartesi sabahının yağmurlu, karanlık olması gerçekten çekilmeyebilir ama ben yine mutluyum. Mesela az önce yine gökyüzünde mavilikler gördüm ve üzüldüm. İnsanoğlu işte nereden nereye... :) Yağmur'a ihtiyacımız var. Umarım yağmaya devam eder. 

Kısaca :)

Bu sabah uzun zaman sonra müzik dinleyerek başladım güne. Son zamanlarda serviste gelirken vaktimi daha çok tweet okumak ve haberlere göz atmakla geçiriyordum. Bugün taktım kulaklığı önce Alpay, ardından Bülent Ortaçgil patlattım bir güzel. Kapanışı da benim "güne güzel başlama formülüm" olan Dancing in the Moonlight ile yaptım. İşte tam o sıra bu söz geldi aklıma... :) Hayat şöyledir, hayat budur temalı bir çok söz var ama bence durumu en güzel özetleyenlerden birisi bu...