Ana içeriğe atla

Hakan Bıçakcı Kafası...


Geçtiğimiz haftalarda iki tane Hakan Bıçakcı kitabını üstüste okudum. Boş Zaman ve Rüya Günlüğü. Haliyle biraz ağır geldi bünyeme. Üstelik kafamı da karıştırdı. 

İlk kitap yani Boş Zaman, bir kaza sonucu hafızasını yitirmiş bir adamın hikayesini anlatıyordu bize. Karısını, çocuğunu tanımayan, eşyalarını, evini bilmeyen yine de yaşama tutunmaya çalışan bu adamın hikayesini onun gözünden yaşadık. 

İçinde inanılmaz cümleler barındıran güzel bir kitaptı. Daha ilk sayfalarını okurken farklı olduğunu anlıyorsunuz. Bu benim ilk Hakan Bıçakcı deneyimimdi. Ve gerçekten çok hoşuma gitmişti....

..."Harun, bu akşam anne ve babalarımız, oğlumuz Can, kardeşim Esra ve eşi Ayhan, senin iyileşmeni kutlamak için yemeğe gelecekler". Erimekte olan bir kalıp buzdan ayrılan soğuk damlalar gibi zihnime düşen bu adlar, yalnızca benden, Gülden'den ve doktordan oluştuğunu hissettiğim evreni ufak ufak delerek zedeliyordu...

...Tam çıkıyordum ki gözüm masanın üzerinde duran yarısı dolu su bardağına takıldı. Her şeyi unutmadan önce içtiğim son suydu belki de. Kalan yarısını içersem yeniden hatırlayacaktım sanki...

...Dünyaya bilinçli halde gelmiş bir bebek gibiydim. Eşyayla samimi, canlılarla yabancı...



Ancak ikinci kitap ile bu hayranlık yerini biraz şüpheye biraz da doğru analiz etme gerekliliğine bıraktı. Rüya Günlüğü, Boş Zaman'dan daha sürükleyici başladı. Rüyasında hiç tanımadığı insanları gören ve bu durumdan şüphelenmeye başlayan bir gencin hikayesine tanık oluyorduk bu kez. Cümlelerdeki ustalık nispeten daha az ama kurgu şahane idi. Uzun süre büyük bir heyecanla, sonunu gerçekten merak ederek okudum. Ancak kişisel fikrim sanırım bu karışık kurgunun altından kalkamadı Hakan Bıçakcı. Ya da kalkmak istemedi. Çünkü kitap bittiğinde bende ciddi anlamda soru işaretleri vardı. Bu soru işareleri meraktan çok şüphe idi. Hani bazı yönetmenler de yapar bunu, filmin sonunun ucunu açık bırakır ve sen alternatif sonuçlar yaratırsın kafanda. Bu eğlenceli bile olabilir. Ama bu kitap bittiğinde bunu hissetmedim. Aksine bir eksiklik vardı. O yüzden bu yazının başlığı olarak "Hakan Bıçakcı Kafası" dedim, çünkü gerçekten kafası farklı çalışan biri Hakan Bıçakcı. Rüya Günlüğü sonu itibari ile biraz daha derli toplu bitse mükemmele yakın bir öyküydü...

...Alınacak tepkilerin büyük bir bölümü olaylara göre değil, olayların anlatılışına göre değişiyor...

...Zihnimin derinliklerinde rüyalardan kaynaklandığını düşündüğüm tuhaf bir hüzün vardı. Bazen minik bir damla eriyerek yüzeye çıkıyordu ve bembeyaz bir kağıda damlatılmış siyah mürekkep gibi, içinde bulunduğum anı ve gözlerimle gördüğüm her şeyi bir seferde zehirliyordu...

Sonra düşündüm de aslında Boş Zaman'da da, Rüya Günlüğü'nde de önemli olan hikaye değildi. Nasıl başladığı ve nasıl sonuçlandığı da değildi. Önemli olan bunu anlatış biçimiydi. Bu gözle bakınca kitapları sanırım daha bir okunabilir oluyor. Çünkü olayları anlatışı esnasında gerçekten yüzünüzde tebessüm bırakacak kadar zekice cümleler kuruyor. Yine de eksiklik hissi yaratmaması açısından bu "gıcıklığı" kenara bırakıp daha derli toplu sonlar yazabilir :)))

Özetle şunu demek isterim ki, gerçekten muazzam bir yetenek Hakan Bıçakcı ama o yeteneği henüz nereye kondurabileceğimi tam idrak etmiş değilim. Bir eser ancak hitap ettiği kitlenin kafasında rahatsız edici şüphe bırakmıyorsa muazzamdır (Tabii bu benim fikrim). Zor olsun, kafayı çok çalıştırsın ama sonunda mutlaka bazı şeyler netleşsin. Çelişkili sonuçların olmayacağı her Hakan Bıçakcı kitabı memnuniyetle okuyacağım kitaplar arasındadır :)

Not: Belki de ben kitabı anlamadım, bu ihtimali de her zaman hazırda bulundurmak lazım. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu