Ana içeriğe atla

Üç Kız Kardeş


Dün akşam Üç Kız Kardeş' i izledik. Daha önce Çehov oyunu izlememiştim. Kitaplarını da okumadım henüz. O nedenle alışık olmadığım bir dildi. Biraz ağır olduğunu söyleyebilirim oyunun. Karakterler farklıydı. Öyküyü bilsem, belki kitabını okusam çok daha kolay olacaktı her şey. Hiç anlaşılmıyor değil. Aslına bakarsanız anlamadığım bir nokta olmadı. Ama sanırım hakkını vermem için öyküyü tanımam gerekiyordu. Yine de zengin kadrosu ve güzel dekor oyunları ile gözünüzün her daim sahnede olduğu bir oyun. Özellikle dekorda yaptıkları arka sokak teması ve son kısımdaki sonbahar havasına bayıldım. 


Ancak belki de düne özel bir düşüklük vardı bilemiyorum. Oyuncuların çok büyük oyuncular olduğu su götürmez. Tiyatro kültürüm çok derin olmamasına rağmen yüzlerini tanıyorum hepsinin. Ancak dün özellikle ikinci yarıda bir kopukluk vardı. Sürekli hata yapıldı. Bir iki oyuncu ilk yarıya göre daha kopuktu. Üstüne selamlamalardaki tavırları kafada soru işareti bıraktı. Oyun bitti biz alkışlamaya başladık, her zamanki gibi git gide yükselen bir alkışlama olacaktı. Benim kendimce özel bir alkışı hakettiğini düşündüğüm iki oyuncu vardı mesela. Ama böyle bir selamlama olmadı. Figüranlar önde, ana oyuncular arkada dizildi. İki kere selam verdiler ve gittiler. Bu benim başıma ilk kez geliyor. Resmen kalabalığın alkışı havada kaldı. Kimse ne olduğunu anlamadı. Geri gelip tek tek selam verecekler diye bekledik biraz ama yok... Kimse geri gelmedi. Bunun nedeni ne olabilir merak ediyorum. Acaba oyunda hiç başrol yoktu o nedenle tek tek gelmedik havası mı? Ama oyunu düşünürsem hayır, bence öne çıkan roller vardı kesinlikle...İstanbul Devlet Tiyatrosu' nun özelliği mi? Onu da bilemiyorum. 


Oysa ki ben oyun sonu bu alkış faslını çok severim. Alkışlar nerede yükseliyor, kim hangi oyuncuya beklenmedik tepki veriyor, bunları gözlemlemeyi seviyorum. Bazı nispeten daha küçük rollerin, performansından dolayı ana rol kadar alkış aldığı durumları seviyorum. Biraz eksik kaldı dün gece. 

Oyun hakkında bilgi ve daha fazla fotoğraf için buraya bakabilirsiniz. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu