Ana içeriğe atla

Rafting Maceramız :)


Yaklaşık bir ay önce arkadaşlardan birinden öylesine çıkmıştı bu rafting fikri. Ama hepimiz ciddiye aldık ve organizasyonu yaptık. Önce 22 Haziran dendi. Sonra su seviyesi azalabilir diye 15 haziran'a çekildi. Sonra 8 Haziran olsun dendi ama 8 Haziran'da Melen Çayı taştı, ortalığı sel aldı haliyle yine 22 Haziran'da gerçekleştirdik raftingimizi. İnsanın ilk aklına gelen doğrudur derler ya, ilk planlarda da doğruymuş, buradan çıkardığımız ders bu oldu :)

Ben çok çılgın bir yapıya sahip değilim. Kuralcıyımdır. Adrenalin, adrenalin diye ortalarda dolanmam ama merak ediyorsam o şeyi yapmak isterim, denemek isterim. Rafting de böyleydi benim için. Bilmediğim bir şeydi, denemeyi çok istedim. Benim gibi Antalya'da büyüyen birinin şimdiye kadar yapmaması, gelip de Ankara'da yaşarken yapması da ironik... 

Derken rafting günü geldi çattı ve biz yola çıktık. Zaten arkadaşlarla yapılan birkaç saatlik yolculuk bile eğlenmek için yeterli. Geyikler havada uçuşarak gittik rafting alanına. Düzce'de, Melen Çayı üzerinde Düzce Rafting'ti mekanımız. 

Önce kahvaltı yaptık, ardından kıyafeler giyildi. Dileyen kendi kıyafetlerini giydi, dileyen oradaki rafting kıyafetlerini. Biz kendi kıyafetlerimizi giymeyi tercih ettik. Ama herkes tabii ki can yeleği ve kask takmak zorunda idi (Haliyle...:D).

Hocalar önce toplu şekilde brifing verdi. Ardından her botun hocası kendi grubuna gerekli ipuçlarını anlattı. Ufak bir eğitim aldık ve sırtlandık botumuzu. Maceranın bundan sonraki kısmı biraz serin, bolca sulu ve heyecanlı idi.

İtiraf etmeliyim ki hafif gerildiğim parkurlar oldu. Ama kurallara uyunca hiç sıkıntı yaşamadık. Çooook heyecanlı parkurlardan geçtik, öyle ki bot tamamen suya gömüldü (Yukarıdaki foto biziz yaniiii.. :DD ). Ama hocamız gayet iyidi. Güvenliği ön planda tuttu ama bizi eğlendirdi de. Oldukça başarılı olduğumuzu bile söyledi. 

Bir şansımız da su seviyesi idi. Selden sonra su seviyesinin hala yüksek olması iyi bir rafting açısından çok önemliymiş. Su gerçekten çok güzeldi. Oldukça akıntı vardı ki bu sürekli kürek çekmekten bizi kurtardı. Ayrıca botların kayalara oturma durumu da daha ender oluyor su seviyesi yüksekken. 

Tabii eğlence sadece su ile sizin aranızda değil. Diğer botlarla da aranızda eğlenceli bir itiş kakış var. Birbirinizi sulayabiliyor, çarpıp kenara itebiliyorsunuz. Mesela sanırım ben akıntıdan çok su savaşında ıslandım :)

Belki raftingin tek sorunu ciddi anlamda üşümemizdi. Bu konuda da yapacak bir şey yok açıkçası. Bunu göze almak gerekiyor. Özel kıyafetleri üşütmüyormuş ancak o da güneşli yerlerde çok yakar diye düşündük. 

Şimdi size unutmadığım bir anı anlatmak istiyorum. Bir kaç zorlu parkurdan ardarda geçtikten sonra bir yerde akıntı durdu. Hani çarşaf gibi su denir ya, öyle idi. Manzarayı izledik bir süre. Muhteşemdi. Yeşil dağlar arasında, hafif yağmurlu, hafif güneşli bir hava düşünün. Durgun bir su üzerindesiniz ve üzerinizden leylek sürüsü geçiyor. Bir tanesi tam tepemizden geçti. Muhteşem bir andı. Tüm bu güzel günün en acı yanı o doğa fotoğraflarını çekememem oldu. Bu da sanırım bu eğlencenin diğer bedeli. 

Sonunda parkur bitti, duşlarımızı aldık ve otobüslerle başladığımız yere dönüş yoluna geçtik. Bu yolculuk bile nefisti. Hem Melen Çayı'na yukarıdan bakmak, hem o yeşil dağların arasındaki köylerden geçmek nefisti. 

Dönüşte bizi bekleyen muazzam bir yemek de tüm bu programa dahildi. Yemeğimizi yedik, keyfimizi yaptık ve biraz çevreyi gezip dönüş yoluna geçtik. 


Çevreyi gezerken 600 yıllık bir ağaca rastladık. İçi zamanla oyulmuş, masa sandalye bile koymuşlar. Orada çay içiliyormuş. Garip ama muhteşem bir şeydi o ağacın içinde olmak. Minik bir aralıktan yeşil yapraklara bakmak :)

Böyle bir gün geçirdim işte. Az fotolu, bol eğlenceli ve heyecanlı...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu