Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sultanlar Kentine Yolculuk...

Hep merak ederdim, farklı insanların o zamanlar Osmanlı'ya bakış açısı nedir diye. Bu öyle dizilerden takip edilecek bir şey de değil. Sultanlar Kentine Yolculuk bu merak için bire bir bir kitap. 1500' lü yıllarda İstanbul'a gelen bir elçi yardımcısının gözlemleri ve düşüncelerini daha sonra kitap yapması ile ortaya çıkan bu eser bir nevi seyahatname.  Salomon Schweigger , idealist bir yapıya sahip ve bir müddet sonra eğitimini bırakıp, ben gezip öğreneceğim diyor. Sonra da yolu bir elçinin yardımcısı olarak İstanbul'a düşüyor. Kendi gözlemlerini güzel bir sıralama ile anlatırken aynı zamanda çizimlerle de destekliyor. 1580 yılında, bu topraklardan geçen bir almanın görüşlerini öğreniyoruz böylelikle. Kimi zaman subjektif yorumlar yapsa da, kimi zaman hakkını verıyor. Okuması zevkli bir kitaptı. Bugün kullandığımız bazı deyim ve kelimelerin kökenlerini anlama konusunda da yardımcı oldu :))

Grönholm Metodu

Bu sezonun ilk oyunu olarak seçtik kendisini. İyi de yaptık. Dört usta oyuncu, muhteşem bir senaryo, sade bir dekor, kafa karıştırıcı olaylar... Çok sevdim ben bu oyunu. Konusu itibari ile, katil uşak, hayır, aşçı, yok yok şöför triplerine giriyorsunuz (Tabii ki oyunda bir katil yok, şablon olarak diyorum) yani kafanızı kurcalıyor, şüpheli yaklaşıyorsunuz her oyuncuya, sürprizli sonu da var, daha ne olsun :))) Oyunculara bir şey diyemem zaten, usta mı usta hepsi. Sustum ve izledim.  Daha fazla bilgi için buyrunuz.

Parklar Bizim Olsun...

Hafta sonu Cumartesi öğleden sonra yağışlı olacaktı. Belki de son güzel havalar diye atlatık Botanik Parkı'na gittik. Oradan Kuğulu'ya yürüdük. Ohhh Mis. Geçen Hafta da sırf yaprak toplamak için Dikmen Vadi'sine gitmiştik :)) Her yere çılgınca binalar yapıladursun, elimizdekilerin kıymetini bilelim. Bir güzel manzara, biraz yeşillik, derin bir nefes... Binalar onların, parklar bizim olsun...

Distopyalar Yarışıyor....

Bayılıyorum distopya ya da ütopyaları anlatan kitaplara ve filmlere. Çok çok uzun yıllar sonra dünyanın nasıl bir yer olacağı ile ilgili hayaller kurup, bunları kelimelere dökmek bence muazzam bir iş. Ciddi anlamda hayalgücü ve kurgu yeteneği gerektiriyor. Ben de bunları okuyup ya da izleyip, hangisi mantıklı, hangisinin olumsuz yönleri neler gibi düşüncelere dalmayı seviyorum. Bir keresinde üniversite hocam bize  "Aklınıza gelebiliyorsa, gerçekleşe de bilir" demişti. Sanırım bu söz "Her şey önce hayal etmekle başlar" sözünün farklı bir versiyonu. Belki de bu kitaplar, filmler bize bir çok gelecek alternatifi sunuyor. Prototip gibi, hatalarını, açık yanlarını görüp farklı bir geleceğe evriliyoruz belki de. Pekala lafı fazla uzattım, konu buraya nasıl geldi hemen onu açıklayayım. Geçtiğimiz ay distopya, yani geleceği daha çok negatif tarafı ile hayal eden, iki kitap okudum. İlki çok çok çok merak ettiğim Aldous Huxley 'in "Cesur Yeni Dünya" sı, d

Gramofon Cafe

Havanın güzel olduğu vakitlerden devam...  Ulus'la ilgili o kadar post yaptım. Tabii ki de Gramofon Cafe de bunların içinde yer alacak, almalı.  Eski şeylere meraklı biri olupta orada sıkılmanız mümkün değil. Çeşit çeşit gramofonun yanı sıra, eski film afişleri, elektronik cihazlar, kasetler, plaklar... yok yok yani. Hatta özel bir "Zeki Müren Köşesi" bile var. Nefis bir yer. Çalan eski plaklar da cabası. Haa bir de çok şirin bir ufaklık var orada, sahibinin oğlu imiş, pek de bilgili maşallah.:)

Bin Hüzünlü Haz

Yine bir Hasan Ali Toptaş kitabı sonrası kafa karışıklığı içindeyim. Ama yüzümde ufak bir tebessüm var ki bu kesinlikle bu kitabı okumaktan mutlu olduğumu gösteriyor. Ne cümlelerdi be uffff.... Kitap hakkında analiz yapmak beni aşar diye düşünüyorum. Çok başka bir adam bu adam. Her kitabını okumayı hedefliyorum ama hepsinin arasına da beynimin kendini toparlamasına yetecek kadar aralar koymak istiyorum.  Öyle bir kitap ki bu, cümlelerin içinde kayboluyor, cümleyi, kitabı tamamen unutuyor ve yazmaya siz devam ediyorsunuz sanki. Cümleler kitapta ama olayların sizin hayal gücü olduğuna o kadar eminsiniz yani. Değişik bir haz veriyor Hasan Ali Toptaş kitapları bana...Bin Mutlu haz... :)) Sevdiğim bir kaç kısmı da buraya koyayım da bulunsun... "İçimin bir köşesinden diğer köşesine, çılgınlar gibi palas pandıras koşuyorum söz gelimi, uçuyorum kendimle karşılaşıp kendime tutunabilir miyim diye, savruluyorum un ufak, sürünüyorum, canımı dişime takıp kalkıyorum

Tarihi Roma Hamamı

Havalar hazır soğumuşken yazdan kalma bir gezi postu yapayım diye beklettim bu postu :p Ankara'da keşfetmediğim yer kalmasın mottosunun son durağı Tarihi Roma Hamamı idi. Ulus'ta merkeze çok yakın bir yerde olmasına rağmen, binaların arasında kalmasından mütevellit varlığını hiç farketmemiştim. Kocaman bir açık hava müzesi. Bir an için kendinizi bozkırın ortasında gri bir şehirde değil de, deniz kenarında, ne bileyim bir side antik kalıntılarını gezerkenki gibi hissediyorsunuz (Cümleye bakar mısınız??!! Gezerkenki....) . Bu arada Ankara'yı seviyorum ben, öyle dediğime bakmayın. Ama gerçektir gri bir şehir olduğu.  Neyse efendim, yıllar yıllar evvel böyle bir hamam varmış bu topraklarda. Önünde büyük bir arena bile varmış. Artık insanları mı, hayvanlarımı dövüştürerek eğleniyorlardı bilemiyorum. Açıp tarihini okumak lazım :)  Böyle bir lahit görünce bir an kendimi Indiana Jones filmlerinde hissettim. Hatta etrafa bakıp böyle efsanevi, tarihi bir iz,

David Prakel Serisi ...

Benim gibi kenarından köşesinden fotoğrafçılıkla uğraşanların (hobi diyelim biz ona) okuması hatta evinde bulundurması gereken bir seri buldum. David Prakel imzalı temel fotoğrafçılığı anlatan ve üç kitaptan oluşan bir seri...  Kompozisyon, Işık ve Pozlandırma.  Kitaplar gerçekten ders kitabı gibi. Örnekli çalışmaları da var. Kendisi farklı ışıklarda farklı pozlarda çekip aralarındaki farkı da gösteriyor. Çok faydalı buldum bu seriyi. İşi daha zevkli hale getiriyor :)

Gizli Göl :))

Her ne kadar biraz tatsız bir sabaha uyandıksa da, her ne kadar biraz ümitsiz bir haftaya, hatta döneme başladıksa da inadına tutunmak gerek güzel şeylere... Bu güzelliklerden biri de geçen hafta keşfettiğimiz bu göl mesela. Yürüme mesafesi ile 10 dakika yakınımızda bir göl varmış ve biz hiç farketmemişiz bile. Neyse ki geç de olsa bu güzelliği bulduk, balıkları, kuğuları izledik, bol bol fotoğraf çektik. Ve kısacık bir zaman da olsa uzaklaştık tüm dertlerden :)

Çizmek, Yemek, İzlemek...

Bu hafta sonunu tam olarak böyle geçirdim. Taş boyadım, ayvalı elmalı hem de glutensiz tart yaptım veee bir sürü eski film izledik.  Yazın başlayan taş boyama sevdama uzun kış gecelerinde devam edecek gibi görünüyorum. Teeee Antalya'lardan taş getirdim bunun için. Ankara'da nerede bulacağım bu kadar doğal taşları. Geçenlerde iş için günü birlik Zonguldak yapmıştım (Onun da postu hala yapılacak...) , oradan bile taş getirdim yani. O denli azimliyim :)) Bu hafta sonu bir nazar boncuğu, bir baykuş ile açılışı yaptık. Devamı gelecek... Gelelim turtama... Portakallı kek yapma düşüncesi ile güne başlayıp Ayvalı Elmalı Tart ile bitirdim günü. Şuradak i tarifi biraz değiştirerek uyguladım. Mesela margarin koymadım. Onun yerine 3/4 su bardağı sıvı yağ kullandım toplamda. Ayrıca malum iç sadece elmalı değil ayvalı olacak şekilde hazırlandı. Glutensiz undan ilk kez yaptım ama oldu yanii, nefis oldu hem de.  Gelelim izleme faslına. Şu aralar nostalji takıl